Gizemli evinden; ender bir fotoğraf
Selahaddin Ağabey, Fatma ablamızın dışında pek kimsenin evine gitmez, evine de pek konuk kabul etmezdi ! Bu sebepten; epey zaman, evine kadar eşlik ettiğimiz Selahaddin ağabeyin ev halini, maalesef hastalık zamanlarında görebildim ancak! Dışardan adeta bir perili köşk havasıyla gizem ve merak uyandıran ev; (eski Adapazarı depremi sonrası yapılan ahşap bir yapı) içine girdiğimde de hayli hayret uynadırmıştı tabii... Sade ama düzgün ve temiz odalar, tavana kadar kitap istiflenmiş çalışma ofisi...keskin bir soğuk ve rutubet (pek soba kullanmazdı) ! Hafızamdan silinmeyen hatıraları; son günlerinde çekilmiş bu fotoğraf (değerli yeğeni Necmeddin Şimşek ve sevgili arkadaşları yani kitaplarıyla beraber gördüğümüz) karesyle canlandırmamız, çok daha kolay oluyor elbet ! Hüzün ve özlemle dolu olarak tabii...
İsviçre'den ne getirdin Abi ?
Selahaddin Ağabey'in ; Avrupada bulunan abisine, ziyaret amacıyla gittiği bir gezinin ardından, "abi gezdin dolaştın, İsviçre Alplerine de imzanı (yukarıdaki resimde) attın,bize ne kaldı geriye diye" söyleyince; her zaman içtiği, zaten sert olan uzun samsun yetmezmiş gibi, kendisine hediye edilen jitanları göstermez mi ! Burkulan içimiz, sonradan yayınlanan bir posteriyle (aşağıdaki çalışma) biraz olsun ferahlamıştı. Demek ki Avrupadan eli boş dönmemişti !..
Bulvarı dar etmek !
1992 yılbaşı gecesiydi,aynı zamanda bir kandil akşamı...Zamanın "sosyal demokrat" belediye başkanı; Kandil'den bihaber olmasına karşın yılbaşını pas geçmemişti tabii...
Adapazarı'nın gözde mekanı Atatürk bulvarının iki yanında bulunan ağaçlar(çoğu çamdır nedense) belediye tarafından özenle ışıklandırılmıştı.Malum çevreler;geceyarısını sabırsızlıkla beklerken, "bulvar" adeta Trafalgar (Londra) kutlamalarını aratmayacak şekilde şölene hazırlanıyordu!
Durumdan haberdar olan "bizler" ,nasıl bir vazife çıkarabiliriz diye düşünürken,"Asmaaltı konsülü" çoktan genelgesini hazırlamıştı bile!
" Bulvarı dar etmeliyz onlara! " keskinliğiyle ortaya konan eylem planına göre;herkes sonuna kadar bulvarı arşınlayacak (zaten her zaman ki işimizdi) ve bu (asla anlamını ifade etmeyen ) pasif direnişimiz sayesinde,meydan maneviyat yoksunlarına boş bırakılmayacaktı !
Alelacele basılan el ilanları ve her zaman yok satan fısıltı gazetesiyle, haber şehrin bütün kulaklarına çalınmıştı başarıyla! Bu sayede eylem beklenenden yoğun ilgi görmüş;bulvar ender görülen tarihi kalabalık marifietiyle sabaha kadar arşınlanmıştı.Hem de, tam orta yere konan polisiye kameralarına gururla verilen cakalı pozlara rağmen!
Yaşlısı-genci,özürlüsü-çocuklusuyla eyleme gönülden destek veren hemşehriler;sergiledikleri Medine bilinciyle, şehirlerinin tarihlerine şeref nakışlarını işlediler altın yaldızla ! Bu arada o gece,onca zahmet verilen süs ışıklarının nedense çalışamadığını da ekleyelim unutmadan...
Başkan olacak adam kulağından belli olur !
Asmaaltı sohbetlerinin o günlerdeki fasıl başlıklarından biri de,
" Bilginin İslamiştirilmesi" meselesiydi.Daha doğrusu mesele addedenlerin, ısıtıp ısıtıp gündeme oturttukları "lakırdı" tekrar dile düşünce;haliyle bir bilene sorma ihtiyacı doğmuştu!
Gelenekselleşen sohbet halkası, nedense(!) o akşam hayli geniş tutulmuş lakin zevat ;her zaman olduğu gibi naz ve edeb hudutunu gözeterek sıralanmış konferans(!) dan nasiplenmeye çalışıyordu.
Meşum konuyla ilgili izahatlarında İbni Sina ve Farabi'ye kadar uzanan merhum, her zaman olduğu gibi keskin hatları ortaya koymuş:
"Bir şey iyiye ve doğruya hizmet ediyorsa;zaten İslam'a aittir ve ayrı bir gayret göstermeye gerek yoktur ! " diyerek meseleye son noktayı koymuştu!
Selahaddin Şimşek, ; hiç bir mefhumun İslamileştirilemeyeceği zira İslam'ın kendi mefhumlarıyla tüm meselelere ışık tuttuğunu savunagelirdi her zaman!
O geceki konferansın, kalabalık bir dış kulak zevatı da vardı tabii! Bunun en önemli sebebi yaklaşan yerel seçimler idi ve bu zevat meşum mesele bağlamında her meselenin İslamileştirebileceğini iddaa ediyorlardı fütursuzca! O kişilerden biride,başkanlığa adı geçen birisiydi ve bu niyeti merhumdan onay görmediği için ;hayli uzaktan kulak kabartmak zorunda kalmıştı.
Ne acıdır ki ; sohbet halkasına dahi giremeyen malum zat, seçimlerden başkan çıkarak, bu şehri 15 yıl yönetmiştir ! NE DİYELİM: DEMEK Kİ LAYIK MIŞIZ !..
Pusulamı Buldum
O güne kadar yaşadığım hezeyanlar neticesi pusulasını kaybeden yüreğim; süregelen umutsuzluğa rağmen,yeni bir heyecen ve ümitle büyük vuslatı bekliyordu! Önce, maşuğuna kavuşacak bir aşık gibi; silkelenerek kendime gelmeye çalışmış,bu arada "damatlık" traşımı da ihmal etmeden,kendisini bulmayı ümit ettiğimiz kışlık kıraathanesine doğru çoktan yola koyulmuştuk ...
Merhum; her zaman ki gibi
kıraata koyulmuş,bir yandan zifir gibi çayını yudumlarken,diğer yandan da kırmızı kalemiyle birşeylerin altını çiziyordu itina ile..Uzun uzun aldığı notlarla dolu defteri de, hemen el atında duruyoyordu tabii!Bu ilk görüntü bile; şaşırtmasa da,hayli etkilemişti beni.Ayrıntısına burada girmeyeceğim ilk karşılaşmamızdan, ayırmadan kıymet verdiğim şu dört değişimle ayrılmıştım; kendimi tanımıştım, Rab'bimizi(cc) tanımıştım "oku"maya başlamıştım, kendimi yani pusulamı bulmuştum !..
Önce İsim !
"Öncelik; kelime ve kavramların tanımlanmasındadır ! " diyen üstad; isimlerin de, insanın tanımlanmasında çok önemli bir rol aynadığını ve karakterleri üzerinde derin çizgiler bıraktığını söylerdi. Bunun için de ecdadımızın; "Nebevi Öğüt"e uyarak, Kur'ani isimlerle yavrularını şereflendirdiklerini vurgulardı!
Daha ilk karşlılaşmamızda; tanışma faslıyla dikkatini çeken eski adım, üstadın hayatımda değiştirdiği ilk şey olmuştu! Adımı söylediğimde,gecikmeksizin sorduğu; " Anlamını biliyor musun?" sorusuna,ben henüz cevap bile verememişken O, bütün lügati anlamlarını sıralayarak; " Önce isminin ne anlama geldiğini öğreneceksiniz! " serzenişinde bulunmuştu bile...
Eski adımın, anlamında bulunan olumsuzluklar sebebiyle "Akaid"en kullanaılmasının doğru olmayayacağını önemle vurgulayan üstad; hiç kullanılmayan göbek adımın bana uyduğunu,nasıl olduysa daha ilk tanışmamızda tesbit ederek, şu anki adımı kullanmama vesile oldu! Allah (cc) racı olsun...
Neler Okuyorsun ?
Selahaddin abinin, genelde herkese ama özellikle yeni tanıştıklarına sorduğu en meşhur soru; " neler okuyorsun? " dur. Bana sordunda; defaten denememe rağmen,bir türlü kitap okuma alışkanlığı kazanamadığım derdimle beraber "okuma açlığı"mı; dergi ve özellikle gazetelerle gidermeye çalıştığımı söyledim.
Üstad ise; "en çok hangi yazarları okuyor ve kendine yakın buluyosun? " dedi. Verdiğim birkaç isimden sonra da, saydıklarımdan biri olan Rasim Özdenören'in başyapıtı kabul edilen "Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler" kitabını tavsiye etti ve çok zorlandığım okuma alışkanığına duhuliyetimi, kendime en yakın bulduğum bir yazarın en önemli eseriyle başlatarak sağlamış oldu ...
Bu metodun aslında, Selahaddin abiye has; okuma alışkanlığı daha doğrusu bağımlılığı kazandırma operasyonlarından, sadece bir tanesi olduğu ve daha nice atraksiyonlarla; kitlelere "Kitab"ı sevdirdiğini zamanla öğrenecektim...
SAKAL MESELESİ
Sakal Meselesi Selahaddin Abiyle gerçekleştireceğim ilk görüşmeye,hayatım en önemli günlerimden biri olduğunu bilerek;damatlık yani suratımı sinek kaydı traş ettirerek gitmiştim.Üstadın 'matruş' adıyla dillendirdiği meşum görüntü,kaçınılmaz müdahelesini gerektirmişti,hem de acil olarak! Sakal'ın Peygamberimizin (sav) kuvvetli sunnetlerinden biri olduğu kadar; aslında ilk insan ve Peygamber Hz. Adem'den (as) beri geçerli
bir erkeklik alameti olarak; "Sünnetullah" tan olduğunu şu güzel tarifle detaylandırmıştı ağabeyimiz: " Bilindiği üzere hem erkek hem de kadınlarda aynı şekilde uzayan tüyler vardır ki ,bunların traşı mecburidir.Bir de yaratılış hikmetine uygun olarak;iki cinste de kendilerine has çabuklukta ve çoklukta uzayanlar vardır ki, bunların (kadınlarda saç-erkeklerde sakal) uzun bırakılması; fıtratlarına uygun, en doğru harekettir."
Bu kadar kısa ve basit; fakat kifayetiyle, ilmi bir tebliğ niteliğindeki açıklamasıyla Üstad, hatamdan hemence dönmemi sağlamış,o güne kadar sıkıntı sebebi olan tüyler,artık hayat-ı vücudumun bir parçası olmuşlardı !..
YÜZÜK MESELESİ
İslam' a , sonradan yönelen benim gibi kişilerin, hevesle taktığı yüzüklerim, Selahaddin ağabeyin dikkatini hemen çekmişti tabii,her şey de olduğu gibi !
Çoğunluğun yaptığı gibi ben de, sağ elimin parmaklarına takmış takıştırmıştım doğal olarak ! Oysa pekçok konuda olduğu gibi, bu meselede de, yanlış bilinçlendirilmiş ümmet...
Güya, "taharet alınan ele bir şey takılmaz" olarak bildiğimiz işin aslı şöyleymiş: Esasen abdest alınan ve yemek yenilen sağ ele bir şey takılmaz ! Sebebiyse; iki yönden açıklamıştı ustamız ; birinci sebep sıhhi olup, abdest alınan yani, ağıza su götürülen sağ elde bulunan bir yüzüğe ihtimalde olsa mikrop,vb... zararlıların bulaşacak olmasıdır ! ikinci sebepte pek az bilinse daha doğrusu uygulansa da inkar edilemeyecek bir ilmihal bilgisi olarak; altınla taamın yani yeme içmenin haram olduğu gibi gümüşle taamın da, asgariyen mekruh olduğudur ! Yani abdest alırken ağzımıza su götürdüğümüz elde gümüş yüzük olmaması en doğru harekettir ! Ayrıca Sünnet'e göre takmamız gereken yüzük; aslen tene değen akik olmalı, tercihe göre gümüşle beraber de kullanılabilmektedir ve serçe parmağa (taharetle ilgisi olmayan) takılmalıdır !
Aktaran : Osman İbrahimoğlu