Mehmed Selahaddin Şimşek
  Hakkında Yazılanlar
 
 


 

Ş.
İmkânsız Zannedilende Mümkünü Gören Adam


                            “İmkânsız zannedilende mümkünü görmek Mehmed’ler den birini Fatih yapar” demişti çağına ışık saçan adam. Nice ışık saçanlar yangın çıkarmakla suçlandı zira, şeytanlar diyarında melekler taşlanırdı.

             Güpe gündüz elinde lamba, adam aramaya çıkmıştı usta; gerçekle yalanın yer değiştirdiği, adına Kali Yuga(karanlık çağ) denilen Deccaller çağında... Sahte kahramanlar, ütopya düzenler üretildi ihanetlerin ocağında. Bembeyaz bir leke bıraktı ardında, Ahir Zaman semasında.

                    "Karanlığımıza sebebin aydınlarımız" olduğunu, doğruların doğru yerde aranmazlar ise bulunamayacağını, düşmanların açtığı kapıların yine onların istediği yere çıkacağını haykırdı cümle aleme.
             Tarihleri yanlış yazanların bu tarihi yapanlardan daha fazla zarar verdiklerini, gerçeklerin öcünü önce onu görmek istemeyenlerden alacaklarını, hiçbir damlanın boş bir bardağı taşıramayacağını anlattı bizlere…

               Hakikate nasihatle seve seve gelmeyenleri musibetin döve döve getirdiğini, nikâhlarına sadık olmayanların yüzükleri sadece parmaklarına taktıklarını, çarpıyordu yüzlerine.
Bu gün göz yumduklarımız yarın göz açtırmayacak olanlardır derdi. Çünkü canavarlar doğduklarında yavruydu, onları taviz ana doğurmuştu. Bunları söylerken gerçeklerin iki kaşı ortasına bakıyordu.

                      Özdeyişlerine bir bütün halinde bakabilirsek; yaprakları hiçbir zaman dökülmeyen bir hakikat ağacı olduğunu görürsünüz. Bir üzüm salkımının gözyaşları içinde…

                     Ellerimizden tutan meşaleler gibidir özdeyişlerinden her biri. Seni beni alır göklere çıkarır, Hz. Peygamberin(S.a.v) mübarek ayak izlerinde. Bir büyük edep ve hürmet ile “Göğe yağan yağmur” eşliğinde.


                                                   Uğur Fevzi Günal
                                                (20.11.2016/Adapazarı)




                                                      Zirveler Aşılamaz 

                     Gökler’den gelen Rahmet’in; bereketiydi O… Kifayetsiz olsa da, Azameti’nin karşısında mütevazı kalsa da, yerin Gökler’e bir teşekkürüydü…“Göğe yağan Yağmur”du O!

                     “Göklere giden yolu” bulanlardandı ve bıkıp usanmadan Mübarek Yol’un; işaret taşlarını gösteren bir rehberdi O… Ömrünü adadığı bu Yol’da, yürüdü ve yürüttü hep O!

                      Eğilmedi,  hep dik durdu… Yerinmeden haykırdı O! Ama sadece sesini değil; Söz’ünü de yükseltti zira "Söz’ün gücüydü" O!

                         Yanlış yazanların, yanlış yapanlardan ziyade zarar verdikleri şuuruyla; kalemlerin lekelerini silen; Kalem idi…“bazı suratlara tüküren yağmur”du O!

                         Ölçüleri doğru olduğu için; ölçümleri de doğru hep çıktı! Yeni, yepyeniydi çünkü doğru yerde aranmasını ister ve doğru yerde bulurdu; “Ebedi Eski”ydi O!

Yine; en büyük cevapları bulandı zira hep “büyük sorular” sorandı O!

Yusuflar için gecelere katlandı, şartlarından hiçbir zaman şikayetçi olmadı O!

“Hayat ancak dosdoğru yaşamağa yetecek kadardır” dedi ve öyle “dosdoğrusu” kadar yaşadı O!

“Söndü cılız ışığı onların…

Güneş yine güneş olarak kaldı!”

Gökleri alçak olanlara, nazire edercesine yükselen bir Zirve’ydi O!

Velhasıl kelam; Çukurlar açılabilir amma, Zirveler aşılamaz!

 

Osman İBRAHİMOĞLU

16 Ocak 2011

 

      


          Bir adam var : İsmi Ş.
                Yazar: Zeki BULDUK
Zafer Dergisi’nin arka kapağındaki resimleri ve altındaki vecizeleri hatırlar mısınız? Onları "Ş." yazardı.

Her Vecizesi Bir Umman

Bay ŞBir adam vardı, ilginç resimlerin altına vurucu sözler yazan…

Bir adam vardı, insanlar aya bakarken güneşi gösteren…

Bir adam vardı, Adapazarı’nda bir ada olup kitap medeniyetinin yeniden imarına gayret eden…

Bir adam vardı, biz evlerimize yabancıları  alırken yâr ve yâren olanları nasıl da dışarıda bıraktığımızı  hatırlatan.

Evet, o adamı hatırladım! İsmi kısaca Ş. idi!

Adapazarı’nın en işlek caddelerinden birindeki bir çocuk parkının adıdır Mehmet Selahaddin Şimşek!

Hayır, Zafer Dergisi’nin arka kapağına bir roman ebadında, bir ulu hikâye kıvamında, bir ölümsüz eserin kesme taşlarını döşemiş olan gizli ummanlardandır.

Ruhları ıskalamayan sözler…

Atasözlerine hacimli kitaplardan daha çok bel bağlayan, şifahi kültürün bize armağan ettiği hikmetlerle hayatlarını aydınlatanların mücessem olmuş ruhudur.

“Rahatlarını düşünenler yüzünden, rahatsızdır dünya...” Bir dünya söz dinleyeceğimize, bu sözün derunî ve de sade yanına yüzümüzü az yaslamadık her yatağa yatıp, dünyaya göz yumduğumuzda.

Belki de en kısa biyografi yazımı  babam için yazacağım: Annemi sevdi ve biz onu hep özlerdik. Evet, bu kadar yalın ve kısa olacak. Ardından Alaaddin Hoca’yı yazacağım: Bize okumayı ve hayatı kemiklerimizde hissetmeyi öğreten adamdı, diyeceğim. Bu iki kahramanımdan sonra ise Mehmet Selahattin Şimşek’i uzatmadan yazmak istiyorum. “Hiçbir kalbe, kapısı kırılarak girilemez! Ahlâk ve zerâfet, bütün gönül gümrüklerinde geçerli pasaporttur...” Gönül gümrüğünden geçmek için kelimelerimi çağırıyorum! Zira, Ş. uzun cümleler kurmanın o kadar da hayra alamet olmadığını görmüştü; uzun soluklu kitaplara aşk derecesinde sevgi duysa da.

En özlü cümlelerimi çağırıyorum ama bir türlü gelip ekrana çıkmıyorlar!

“Sesini değil sözünü yükselt! Yağmurlardır büyüten zambakları, gök gürültüleri değil...” Bu cümlenin ardından susmak en güzel eylem olsa gerek; lakin bilenle bilmeyen bir değil. Muhabbetimden yazmak istiyorum ruhumuza kement atan bir çağda asil duruşlu, ruhları bilgi sütunları gibi duran insanları…

Hikmet, ilim, nükte, bilenle bilmeyenin arasındaki fark, rikkat, bir kitaba sevgilini yüzüne eğilir gibi eğilmek, bir satırı okurken en içli duayı okuyormuş gibi olmak, bir alim ya da yazardan bahsederken maşukundan bahsedercesine kendinden geçmek… neler gelmiyor ki aklıma Ş. Harfi tam karşımda dururken?!... “Heykeli tımarhaneye, kendisi hapishaneye konulan bir ülkede düşünen adam nasıl yetişsin!” El Hak! Üstâd söylemiş söyleyeceğini. Kelamın ve de düşüncenin bir yerlere tıkıldığı bir ülkede düşünen ve okuyan insanı arayan bir cevvallik vardı Ş.’de.

Ardı sıra dostları ve kitaplarının boynu bükük kaldı

Uzun yıllar Zafer Dergisi’nin çıkacağı günleri iple çeker olduk. Öyle ki, dergi gazete bayiine geldiğinde düğün alayı köprüden geçmiş, köye davul zurna sesleri gelmeye başlamış kadar sevindik. Zafer Dergisi hemen okunmazdı. Arka kapak ilk gün iyice ezberlenir, adeta zihnimizde her portre-desene bir oda ayrılır, en nezih ve korumalı köşeye Ş. İmzalı tablolar asılırdı. “Çocuklarımızın ayaklarına batacak dikenler: Ya ektiklerimizdir, ya sökmediklerimiz.” O tablolarda dikenlerin izleri vardı. Adeta yanlış olana dair kodları verdi yıllarca Ş. bizlere.

Bay ŞSonra “Ürkütücü Yusufsuzluk çağları” geldi. Yalnız kaldık. Sadece üç beş kelime ve bir desenle karşımıza çıkan Ş. bir daha evlerimize uğramaz oldu. Malcolm için güzel sözler söyledi. Sakarya’da dostlarıyla muhabbetin en ilme kesmiş olanını etti. Sonra da yazdıkları kadar temiz bir yolculuğa çıktı. Pascal’ı da yakalayan o beyin timörü Ş.’yi bizden çok uzaklara götürdü. Gittiği yer cennet olsun!

Bekar değildi; kitaplarıyla evliydi.

Mahzun değildi; hüzün peygamberinin nüktedan ümmetindendi .

Okumak bir ibadet biçimine dönmüştü  Ş.’de. Bize okumanın ibadet olduğunu öğreten “ender ağabeylerimizdendi”.

Bize düşünmeyi öğreten cümlelerin babasıydı.  Cüneyd Suavi’nin hikâyelerindeki o temiz kalpli adamı bir daha hatırlamak istedim … Vefat ettiğinde 41 yaşındaydı. Bu denli özlü sözün ardından kısa, öz ve temiz bir hayat… sözün kifayet etmediği yerdeyim
 

Zeki Bulduk hatırladı ve hüzünlendi.
(DÜNYA BİZİM sitesindeki Önemli Adamlar sayfasından)

 

Recep Babacan'dan; Bulduk'un yazısına bir Haşiye !


Zafer dergisine aboneliğim 1986 yıllarına dayanır. Çok eski abonelerindenim Zafer dergisinin. O zaman büyük bir sabırla beklerdik Zafer dergisinin çıkmasını.

Her konu ayrı bir heyecan, her konu ayrı bir serüven di benim için.

Derginin arka kapağı ise hep merakla beklediğim bir bölümdü acaba ne yazacak diye.

Yazılan yazı o kadar anlamlıydıki , okur okur ve ezber yapardım.

Yazıların altında bir imza Ş   kimdi bu Ş  çok kez düşünmüşümdür. Acaba derdim İbrahim Erdinç Şumnu mu diye.

Geçtiğimiz gün internette bir araştırma yaparken bir sayfaya yönlendim orada Ş ile ilgili bir yazı vardı. Vefat ettiğini ve kim olduğunu ancak yıllar sonra öğrendim.

Benim gönlümün bazı sır kapıları vardı. O sır kapılarını hep çalardım ama aralayamazdım. İşte o sır kapılarından biriside Ş idi.

Allah mekanını cennet eylesin, ondan çok şey öğrendi bu millet.


 

(!) www.recepbabacan.com 'dan alınmıştır!

Zeki Aydıntepe'den

     Bir Cümleye Dünyayı Sığdıran Adam...

Geçen cumartesi günü Sakarya kıymetini bilmediği bir evladını yitirdi...
Onu tanıdığım ilk gün; toplumun " Aydın" kabul ettiği bir kimliğin karşısına çıkmış, sobet ediyorduk.O ise sohbet değil,adeta ders veren bir ilim adamı gibiydi...
Onu tanımadan önce caddelerde, sokaklarda karşılaşınca "bu düşünen adımların sahibi kim" diye merak eder ve ilgiyle hep kendi kendime sorardım.
Doyumsuz bir sohbet ustasıydı...Delilsiz,örneksiz hiç konuşmazdı.Pek çok genci aydınlatan görüş ve düşünceleri ile de dostları ve gönül birliği ettiği arkadaşları arasında çok saygın bir yere sahipti.
"Ş." imzası altında sayısız özdeyişleri,birer sanat harikası olarak posterleştiren Selahaddin Şimşek,Sakaryalılar'ın sevgilisi Merhum Cevdet Hoca'nın en küçük oğluydu.Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra,tiyatro,yazarlık ve gazetecilik dalında gayretleri ve pek çok eserleri vardır.
"Mehmet Salah" imzalı makaleleriyle tanınan Selahaddin Şimşek,ilimizde yayınlanan "Zafer" dergisinin adeta lokomotifiydi.
Şimşek'i tam da her yönüyle tanıtacağımız ve engin kültür hazinesinden istifade edeceğimiz bir dönemde yitirmenin ızdırabı adeta yürekleri yakıyor...
Onun aramızdan ayrılmasına yol açan amansız hastalıkla yaptığı mücadeleyi ibretle izlerken,gösterdiği metanet,öyle herkesin kabul edeceği ve yaşayacağı ölçülerin çok ötesindeydi...
Evet... Şiirde,yazıda ve zikirde estetik ve içerik arayan titiz bir uygulamacı olarak Şimşek,bazen bir cümleye koskoca dünyayı sığdırıverirdi.
O gitti...Arkasında sadece hatıraları,kitapları ve posterleri ile çelebi hayalini bıraktı.Neden "özdeyiş" yazıyor da kitap yazmıyorsun sorusuna;
"Özdeyiş yazan adam,okunmak değil,ezberlenmek istiyor." diye cevap vermişti.
Ben de,O'nu rahmetle ve gözyaşı ile ölümsüz aleme uğurlarken,bu sözümü doğrulayan bir özdeyişini ezberimden aktarmak isterim.
"hakikatler,yapraklarını hiçbir sonbaharın dökemediği asırlık ağaçlardır" - Ş.-
Mevla,mekanını Cennet etsin,bu dünyada bir türlü bulamadığın huzuru,o dünyada doya doya tat benim sevgili kardeşim.

Yeni Sakarya Gazetesi / 4.4.1994

                        *******

Muammer Erkul'dan     
 

                     " Ş ."


Deha "imkansız" zannedilende "mümkün" ü görebilmek demektir! Gemilerin karada da yüzebileceğini sezmek; Mehmed'lerden birini "Fatih" yapar...   - Ş.-

" Ş "  Kim bu "Ş" ?
Adapazarı'ndaki o eski kahveye geliyor akşam.
- Nasılsın abi,ne yaptın bugün?
- Şu virgülü nereye koyacağımı düşündüm!
Türkiye değil,bütün dünyada sadece ödeyiş yazarak geçinen tek insan O !
Ve O, gerçekten bir virgülün nerede olması gerektiğini bulmak için bir koca gün düşünen insan: "Ş" işte bu!

                    ********
Malum dönem,
Diyor ki çıkan "karar " da: madem ki imamı yok,o zaman yıkalım Orta Camiyi !..
- Durun... diyor.Ben,bu caminin imamlığını yaparım.
Yolu düşenler bir vakit namaz kılsın Adapazarı'ndaki "Cevdet Hoca'nın kurtardığı" camide...
Bir gün faytonda giderken yakalıyor arabacının kamçılığı bileğini:
- Dur...Vurma,diyor Cevdet Hoca
" At kamçıyla gitmez...Arpayla gider."
Özdeyiş,işte babasının bu hatırasıyla yeşeriyor Selahaddin Şiöşek'in o içine sığmaz içinde.
İşte " Ş." bu babanın oğlu.

                        
********

Sabahın dördü oldu.Ben Cihat Zafer'in anlattığına takıldım kaldım.O kış gecesinde kahvede buluşacaklar ama gelmiyor.Gece yarısını geçerken giriyor kapıdan...Fırlıyor Cihat.Ürperiyor dokunduğu elinin soğukluğundan.Ama o ürperme anlattıklarının verdiği ürpertinin yanında hiç kalır.
Evden erkenden çıkmış...Kahvehaneye gelecek.Hava soğuk.Karanlık bir yerde,farketmemiş buz tutan zemini.Kaymış,neredeyse belini incitecekmiş.Sızılar içinde yoluna devam ederken durmuş...Sonra geri dönmüş.Oraya gelmiş ve o karanlıkta...Ve o soğukta...Ve o buzun başında beklemeye başlamış.
Her gördüğü insanı uyarmış.Ta ki el ayak çekilinceye,insanlar iyice azalıncaya kadar.
Kahvede kendi ağrılarını değil,yüreğinin ağrısını anlatıyor:
- Bekleyemedim sabaha kadar!..
Chat anlatırken ağlamıştı,ben yazarken ağladım,utanmayın; siz de okurken ağlayın.
İşte bu "Ş." nin beyni kendi kendini taşıyamadı.
Önce "beyninde ur var" dediler."O engel olmuş sol gözünün görmemesine." Sonra; "ura sebep olan kanser." dediler...
                    
                          ********

- Biz bunca kitabı boşuna mı okuduk..."O" verdi."O " alır...Boşuna beni teselli etmeye uğraşmayın...diyen,Selahaddin Şimşek,biliyorsunuz artık aramızda değil.
O, en kestirme yoldan özdeyişleriyle insanlara ulaşmaya çalıştı.Şimdi, ona ulaşmanın en "kestirme" yolu bir duadır.
Yine onunla bitiriyorum onunla dolu yazımı:

"Göklere giden yolu bulmak isteyenler,
Allah'ın Elçisi'nin yerdekia ayak izlerini takip etsin."           Ş.

Türkiye Gazatesi / Nisan 1994
  
                           * * * * *
Mustafa Özcan'dan :

Soyut kavramlar umumiyet nevindendir. Bunlar yaşanmadıkça akis ve yankı uyandırmazlar. Canlı örnekler ve modeller olmadıkça gençler tekamül edemez. Bundan dolayı, gençliğin önüne canlı modeller koymak gerekir. Eğitimin bir yönü soyut ise diğer yönü mutlaka somut olmalı. Günümüzde eğitimin başarısızlığı tek düze yani soyut boylamda seyretmesinden ileri geliyor. Bunu tahkim etmek ancak somut misallerle ve canlı timsallerle mümkündür. Soyutu somutlaştırmak da ancak kahramanlar üzerinden mümkündür. Soyut fikir ancak ideal temsilcileriyle ete kemiğe bürünür. Bu anlamda, Selahaddin Şimşek veya Mehmed Salah, türünün son örneklerinden birisiydi. Yunus Emre`nin ifadesiyle gök ekin gibi biçildi veya gök ekin iken aramızdan ayrıldı. Ama sineler onu yokluğunda arıyor. Onun bir zenginlik olduğunu kaybettikten sonra anladı. Bu tür insanların yerleri kolay doldurulmuyor. İnsan kıymetini idrak noktasında Yavuz`un ne güzel bir sözü vardır: `Mısır`ı aldık ama Sinan`ı kaybettik...` Bazen bir adam bir diyara değişilmez. Bediüzzaman`ın da `Zübeyrimi dünyalara değişmem` dediği rivayet edilir. Kaht-ı rical döneminde Mehmed Salah gibi abide şahsiyetler bulmak kibrit-i ahmerden de daha zordur. Belki bu noktada `Kim bu, yazar kimden bahsediyor?` diye sual edebilirsiniz. Sıla-i rahim ve hasta ziyareti için Adapazarı`nda idim. Hoş beşten sonra bizim birader İbrahim `Dün Selahaddin Şimşek`i anma toplantısı vardı` dedi. Ve elime Belediye tarafından bu münasebet için hazırlanmış bir broşür tutuşturdu. Mehmed Salah; o, bizim hayatta iken kıymetini bilmediğimiz azizimiz ve arifimizdi. *** Aristo şakirtleriyle koruluk altında sohbet edermiş, bundan dolayı Revakiyyun veya Staocular olarak tanındılar ve bilindiler [Stoa önü sütunlu, üstü örtülü galeriler. (revak)]. Onun meclisi ise kahvehane köşeleriydi. Belki de kahvehaneler, kıraathane manasını en son onunla yaşadılar. Onun sohbetleri kahvehane köşelerini anlamlandırırdı. Arapların `eynema halle ve rahale` dedikleri gibi oturduğu ve kalktığı meclisler ilim meclisleri olurdu. Babası hoca Cevdet Efendi de de arifandandı. Orta Camiinin cami kalması için burada tam 24 yıl fahri görev yapmıştır. Bundan ve ihlasından dolayı Attar (Aktar) Zekeriyya Amca gibi onun bendeleri vardı. Ve ihlasından dolayı olsa gerek Orhan Camii kürsüsünde vefat etmiştir. Cevdet Hoca`nın son çocuğu idi. Hilafsız, karakter ve estetik abidesi idi. Karakter yönü serapa karakter olan Akif`e benzerdi. Estetik ise üzerine bir bütün olarak
sinmişti. Kıyafetinden kullandığı lisana kadar herşeyi estetik idi. Bu
cemal aşkı, onda sanata dönüşmüştü. Estetiği sanatçı yönüyle
bütünleşmişti. Hikmet sahibi bir arkadaştı. Ama Selahaddin yalnız ve
yapayalnızdı. İlkelerinden başka bir şey tanımayan ve pazarlık nedir
bilmeyen hasbi ve satın alınamaz mizacı nedeniyle Selahaddin hayata
yalnız başladı, yalnız devam etti ve yalnız bitirdi. O Sakarya`nın Ebu
Zer`i idi. Rebze`si de kahvehane köşeleri. Menhus hastalık onu en
işlek yerinden; beyninden vurmuştu. Hastalıktan sonra görünmez oldu.
Kuşe-i uzletine çekilmişti. Ve sonra bir gün Yunus`un deyimiyle, `Bir
garip ölmüş diyeler, üç gün sonra duyalar ve soğuk suyla yuyalar`
sözünün tecellisine mazhar oldu. Şimdi Yorgalar Mezarlığında selviler
arasında yatıyor. Daha doğrusu selviler altında dirileceği günü
bekliyor. Ona en çok benzeyen ağaç da selvi idi. *** O yaşadığı
dünyaya birkaç gömlek büyük geliyordu. Bundan dolayı barınamadı.
Zaptiye Ahmed gibi asabi mizaç idi ve ölüm genç yaşta onu bizlerden
ayırdı. Yazdıkları arasında Malcolm X de vardı. Sanki o Malcolm`un
beyaz tenlisi idi. Atılgan idi ve önderlik ruhuna sahipti. Ebu Zer
gibi putkırıcı idi ama yaşadığımız dünyanın onun doğrusuna ve
doğrultularına tahammülü yoktu. Onun için ahiret onu çekti, aldı. O
karanlıktaki bir yol işareti ve gecede yol gösteren bir kutup yıldızı
idi. Ruhu şad olsun. 

Yeni Asya Gazetesi / 23.04.2006 
                     
                 * * * * *

                                                



 Cihat Zafer'den :

        Geceyi Isıtan Adam
 

    Aceleyle indirilen kepenklerin sesi bile, her zamankinden daha soğuktu. Çatıların kovuklarından serçeler düşüyordu. Herşey üşümüş, donmuştu. Görülmemiş bir ayaz, sanki soğuk elleriyle çocukları, kadınları, işten çıkanları ittiriyor, evlerinin kapılarına kadar buzdan nefesini enselerinden ayırmıyordu. İşte bu soğuk, en sonunda fırıncıyı da dükkanını kapamaya zorladı ve birkaç meczupla genç yazarı da Yenicami’nin yanındaki o ufak asmaaltı kahvehanesine girmeye mecbur etti.
   Genç yazar her akşam olduğu gibi, bu akşam da, ustasını bekliyordu. Ustası da bir yazardı fakat hiç uzun yazmıyordu. Özdeyişler yazmak ve onlara uygun resimler bulup, posterler hâline getirmekle meşhurdu. Kısa yazıyordu, fakat yazdıklarının etkisi ne de uzun sürüyordu… Büyük bir kafaydı o, herkes bu konuda aynı fikirdeydi. Onu dinlemek, tavsiye ettiği yazarları okumak, olayları ve fikirleri kavramakta değişik bakış açıları bulmanın yollarını öğrenmek, çevresinde yumak olmuş genç okur-yazarların da her akşamki değişmez törenleriydi… Bu törenin adı, yaşamanın anlamını keşfetmekti… Bu törenin adı, sevginin değerini bilmekti… Bu törenin adı, cömertlikti, mertlikti, fedakârlıktı. Bu törenin adı, insan olmaktı.
   Genç yazar, bunları düşünürken, sanki hiç zaman geçmemişti. Kahvehanede meczuplardan başka kimse de yoktu. Demek herkes evindeydi ve pencerelerinden bakıyorlardı sokaklara, şehre… Ağaçların dalları karla yüklüydü, kar sokaklarda diz boyunu çoktan geçmiş, hâlâ birikiyordu. Bu küçük şehirde, o gece ağır ağır birikiyordu kar ve soğuk ve ıssızlık. Bir çay daha söyledi genç yazar, ocakçı umursamadı, ağırdan aldı.
   — Nerede? Gelmez belki bu akşam!
   — Olsun, dedi genç yazar.
    Masasında açık duran kitapta yazılanları değil, geçen akşam ustasıyla konuştuklarını düşünüyordu:
    “Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe gerçeğe ermiş olamazsınız” demişti. Bu, Kur’an’dan bir âyetti… Sonra tarih boyunca büyük fedakârlıklardan örnekler vermiş ve insanlığın yüce gönüllü insanlarla övünç duyduğunu anlatmıştı. İnsanlar, böylelerine “ermiş” diyorlardı…  
    Çayı soğumuştu. Yenisini söyledi. Küçük camlardan dışarısı artık görünmüyordu. Hem kar, hem buğu vardı pencerelerde. Nerede kalmıştı usta yazar? Saatlerdir geçmek bilmeyen zaman, çatıda birikmiş bir kar parçası gibi birden düşüverdi… Vakit âniden gece yarısını geçti… İyice meraklandı genç yazar. Belki de gelmeyecek, diye düşündü. Biraz daha bekleyeyim, dedi. Birazdan kalkarım. Başına birşey gelmiş olmasın. Değildir umarım. Bu vakitte gelmez artık… Bu iç konuşmalar, saat tam 01’i gösterirken kapının açılmasıyla kesildi. Gelmişti. Fakat bu saatte?
  — Senin son otobüsün gitmedi mi? Niye bekledin? dedi genç yazara.
    Selamlaşıp kucaklaştılar. Genç yazar merak etmekte haklıydı... Ustasının elleri buz gibiydi. Kaşları, saçları, sakalları kıtır kıtırdı, neredeyse donmuş gibi… Yüzü bembeyaz, burnu kıpkırmızıydı... Kardan bir adam olmuştu sanki.
  — Gelirken yolun bir yerinde ayağım kaydı. Belimi incittim. Birkaç adım sonra düşündüm ki, birazdan aynı yerden belki bir kadın geçecek. Belki kucağında çocuğu var… Hastasına ilaç yetiştiren biri de olabilir… Yaşlı bir adam da geçebilir. Ya düşerlerse? Ya bir yerleri kırılırsa?
    Genç yazar şaşkın şaşkın bakıyordu. Ne peki? Ne yapmıştı ustası?
  — Orada bekledim, dedi. İnsanları uyarmak için... Artık kimsenin gelip geçmeyeceğinden emin olunca da, yürüdüm geldim işte.
   Az önce, kardan adama dönmüş diye düşündüğü özdeyiş yazarı, genç yazarın karşısında şimdi dünyanın en sıcak kalbi gibi duruyordu.

Zafer Dergisi / Ocak 2006 

                                  * * * * *


 

 
 
  Bugün 15 ziyaretçi (18 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol